Yaklaşık iki aydır Ekvador'dayım. Küçük büyük birçok yeri ziyaret ettim. Bu ülkenin kaynakları çok uluslu şirketler tarafından kullanılmış ama buraya hiç yatırım yapılmamış. Aslında ziyaret ettiğim tüm Latin Amerika ülkelerinin kaderi aynı.. Önce Amerika ve Avrupa ülkeleri tarafından sömürülmüşler. Askeri darbelerden ve hırsız yöneticilerden çok çekmişler. Dünyanın belki en zengin kıtası olacakken ciddi bir fakirliğe mahkum olmuşlar.
Ekvador'un Cumhurbaşkanı Rafael Carrera borç açığını kapatmak için Yasuni Milli Parkı’nın %1’den az kısmını yabancı şirketlere petrol aramaları için vermiş. Ülkede yoğun protesto var. Burası oldukça fakir bir ülke...
Hafif ezik, güler yüzlü, konuşkan insanların ülkesi... Beni etkileyen birkaç gözlemimden söz edeceğim.
Önce kendimden kendi hissettiklerimden bahsetmek istiyorum.
Ben şimdiye kadar bütün yolculuklarıma sırt çantamla çıkardım. Fakat sırt çantası da çok kullanışlı değil en azından benim ki... İçinden bir şeyi bulmak çok zor olduğu için bu sefer kendime bir tekerlekli valiz aldım. Valizimin içi de boş. Taşıması pratik. Aradığımı kolaylıkla buluyorum. Sorun yok gibi gözükse de.. Kimi zaman tozlu yollarda valizimden utandım. Neden bilmiyorum?
Yıllar önce bir film izlemiştim. Adı "Bağdat Cafe". Ne oyuncularını ne de yönetmenini hatırlıyorum. Bildiğim filmi kare kare çok iyi hatırladığım...
Filmimizin hikayesi kısaca şöyle... Alman bir karı koca Amerika'nın çöllerinde kendi arabalarıyla seyahat etmektedirler. Kadının üstünde dar bir etek ve ceket vardır. Gayet resmi giyimli olan kadının bir de başında şapka... Adamın yani kocasının giyim tarzı da aynı biçimde. Issız bir yolda arabaları bozulur. Kadın ve adam tartışır. Kadın bavulunu alır ve ıssız yolda tek başına yürümeye başlar. Yıkık dökük bir benzin istasyonu ve kafeterya görür.
İçeri girer, oldukça kilolu ve albenisi olmayan bir kadındır. Bütün kafalar ona çevrilir ve gerçek hikaye başlar. Bu bir değişim ve dönüşüm hikayesidir. Tadı hala damağımdadır.
Belki benimki de başka bir değişim ve dönüşüm hikayesidir. Tüm yolculuklarım beni değiştirdi. Yaşamıma yeni katmanlar eklediği gibi duyarlılık alanlarımı genişletti.
Bazen bana önerilen küçük kasabalara gittiğimde elimde valizimle ıssız yolda yürüyen filmdeki kadın gibi hissederim. İnsana iyi gelen hafif bir tedirginlikle keşfe hazır gezgin misali...
Bazen de terkedilmiş bir kasabaya gelen güçlü bir kovboy edasıyla gözlerim bir anda etrafı tarar. Yıkık dökük dükkanların önünde oturan insanlar bana bakarken ben onlara iyi günler der önlerinden geçerim. Ahhh bir de o tekerlekli valizim olmazsa... Sanki her şeyin büyüsü onunla bozulur...
Şimdi beni etkileyen birkaç gözlem.. Okyanus kıyısındaki Ayampe'deydim. Kalacak iyi bir yer buldum. Sahibi genç bir çocuk... Kendimi iyi hissettiğim bir yer... Ne yapabilirim diye bir arayışım var. Etrafı gezerken yoga, İspanyolca ve surf dersi verilir diye bir yazı gördüm. Ben de orada kaldığım sürece İspanyolca dersi almaya karar verdim. Oranın sahibi Kanadalı bir genç adam ailesiyle orada yaşıyor. Bu sözünü ettiğim dersleri organize ediyor. Saatinin 10 Amerikan Doları olduğunu söyledi. Sözleştik öğleden sonra ders almak için gittim.
Öğretmen çok genç bir çocuk. Bana bir şeyler sordu. Ben cevapladım. Oldukça heyecanlıydı. Kanadalı sahip hamakta uzanmış uzaktan bizi izliyordu. Sonunda çocuğa sorular sorup ona bişeyler anlattırmaya çalıştım. Yeni başlayanlar için elinde standart bir program vardı. Ben biraz daha fazlasını istiyordum. Kazasız dersi bitirdim .Parayı uzattım. Hamaktaki adamı işaret etti. Benim memnun olmadığımı anlamıştı. Ona çok kibar davranmama rağmen kaçar gibi kirli ayaklarına tokyolarını giydi ve uzaklaştı.
Sahip gibi davranan adam "devam edecek misin?” dedi.
"Hayır" dedim.
Genç öğretmen için iyi bir puan değildi. Üzüntü duydum. Yapacak bir şey yoktu.
Ertesi gün onun yaşadığı kasabaya gittim. Böylesi bir fakirlik nasıl tarif edilir ki... Üzüntüm katlanarak Ayampe'ye döndüm.
Bir başka gözlem Bahai'den..
Bahai'de kaldığım hostel Avrupalı iki kız tarafından işletiliyordu. Burası da okyanus kıyısında başka bir kasaba... İşleten kızlardan biri İsveç'ten...
"Neden yaşamak için burayı seçtin?" diye sordum.
"Ben seçmedim geçmiş yaşantımda buradaydım" dedi.
Arkadaşı ile tatile gelmiş. Burada kalmaya karar vermiş.
"Vücudum bana burada kalmamı söyledi" dedi.
Yedi yıldır Ekvador'da yaşıyormuş. Alışmak oldukça uzun zamanını almış. Kendini burada daha canlı hissediyormuş.
Yine Bahia'dan başka bir gözlem...
Saçlarımı boyatmak için berbere gittim. Küçücük kirli bir dükkan... İlk bakışta kadın mı erkek mi olduğunu anlamakta zorluk çektiğim biri beni karşıladı. Aslında pek karşılamak da denmez. Çünkü kirli bir koltukta çarşafın altında yatıyordu. Yavaş bir şekilde uzandığı yerden kalktı. Yanıma geldi. Sert hatlı, makyajlı, uzun saçlı bir adamdı. Çok dar bir kot pantolon vardı üstünde... El ve ayak tırnakları ojeli ve uzundu. Sadece memeleri yoktu.
Yüzü ise çok asık. Ama yüz ifadesinde derin bir hüzün vardı. Fiyatta anlaştıktan sonra beş dolar istedi. Boya alacağını söyledi. Çıktı bir süre sonra benim boya ve bir çikolata ile geldi.
Saçımı profesyonelce boyadıktan sonra tekrar koltuğa uzandı, çarşafını üstüne aldı. Çikolatasını yemeye devam etti. Ben bir süre bekledikten sonra eliyle saç yıkama yerini işaret etti ve ustaca işini tamamladı.
Oldukça fakir gözüken bu semtte belli ki kabul görmüştü. Buradaki berberlere hem kadınlar hem de erkekler gidebiliyor. Ben beklerken bir kaç genç erkek geldi saçlarını keserken yüzü yine asıktı ama... Hiç konuşmamasına rağmen onların saçlarını yaparken vücut dili farklıydı. Ayrılırken gülümsemekle gülümsememek arasında bir ifadeyle yolcu etti beni..
Yüzünün ifadesi pek akıldan çıkacak cinsten değil... Yine içimi burkan bir gözlem .. İçindeki renkli dünyayı küçük dağınık dükkanının perdelerine yansıtmaya çalışmıştı.
BAHIA AĞUSTOS 2013
|