Doğanın son yazı yaşadığı günlerde İber Yarımadası'nın büyük bölümünü kaplayan İspanya ve Portekiz ziyareti için yola koyuldum. Doğa sararan yaprakları ile yaza veda erken ben içimdeki kuş cıvıltıları ile artık yoldaydım. 35 günüm vardı. İstediğim her yerde kısa süreli aidiyet yaşayacak kadar kalacaktım. Marketlerinden alış veriş yapacak, küçük mahalle kafelerinde pinekleyecektim. Kimi yerlerdeki insanlarla tanış olacak hal hatır soracaktım. İlk durak Madrid.
Madrid'de Denizi'in muhteşem ev sahipliği, rehberliği sayesinde çok keyifli bir dört gün geçirdim.
Bende önce büyük bir kent duygusu yarattı. Küçük bir kaygının ardından kompakt bir kent olduğunu, meydanların sırt sırta dizildiğini fark ettim. Kenti hiç toplu ulaşım aracı kullanmadan keşfettim.
Gezinin tümüne ilişkin bir kaç gözlemimi paylaşmak isterim. Gezmek çok kolaylaşmış. İnternet üzerindeki haritalar sayesinde her yeri elimle koymuş gibi buldum. Blablacar, über gibi uygulamaların yanısıra tren ve otobüs biletlerini kolaylıkla alabildiğimiz uygulamalar seyahati çok ama çok kolaylaştırıyor.
İspanya'da neredeyse para geçmiyor. En küçük parayı bile ATM ya da kredi kartı ile ödemek mümkün.Google çeviri ile what'sup ı birleştiren uygulamalar da seyahat ederken dil bilmenin önemini ortadan kaldırmış gibi gözüküyor.
Tanıştığım bir amerikalının üzerinde nakit para yoktu. İyi bir telefon ve o telefona hayat veren internet sahibi olmak bence seyahatların olmazsa olmazı...
Sonra elimde çarşaf gibi haritalar, koltuğumun altında tuğla gibi bir kitap olan Lonely Planet ile gezdiğim günleri hatırladım. Nasıl gezdiğimi hayal bile edemedim. Ben de yaşım itibarı ile teknolojiyi son anda yakalayanlardanım. Benim geçmişteki durumuma benzer şekilde gezen nadiren yaşlı insanların gözüme iliştiğini söylemeliyim.
Puerta del Sol Meydanı'nda yer alan "Oso y Madrono" Bu heykelde çilek benzeri meyvayı yiyen bir ayı betimlenmiş. Bu heykel Madrid Belediyesi ve Real Madrid'in simgesi olmuş. Güneş kapısı adlı bu meydan önemli bir buluşma noktası. Madrid'i buradan başlayarak gezdim. Bu "ayı" heykeline dair farklı hikayeler var. En çok kabul gören hikaye ortaçağda topraklar kilisenin. Ancak toprağı işleyecek olan insan. Ayının kiliseyi ağacın halkı temsil ettiği söyleniyor. Bir başkası geçmişte orada yakalanan bir ayının bu heykel ile temsil edildiği söylenenler arasında..
Puerta del Sol buluşma noktası olmasının yanı sıra bir çok etkinlik ve protestoya ev sahipliği yapıyor.
Royal Palas
Puerta del Sol yani Güneş Kapı'sı Meydanı'nda yapılan yılbaşı etkinliklerinde saat 12'yi vurduğunda İspanyollar ağızlarındaki 12 adet üzümü yiyerek yeni yıla giriyorlarmış. 12 adet üzümün 12 ay boyunca mutluluk getireceğine inanıyorlarmış.
Bu yazıyı yazarken benim amacım Madrid'i ya da ziyaret ettiğim ispanyol şehirlerini tanıtmak değil. Zira internet üzerinde çok sayıda İspanya hakkında tanıtım yazısı var. Bu yazılar gitmeden önce benim de rehberim oldu.
Madrid'i şöyle bir dolaştım. İspanyolların yüzü sokağa dönük. Tüm ziyaret ettiğim
şehirlerde çok sayıda kafe, tapas bar ve restaurant var. Bu mekanları turistlerin ötesinde yerli halkın doldurduğunun tanığıyım. Çünkü turistik bölgelerin dışında mahalle aralarında çok sayıda kafe var ve her daim çok kalabalık...
Madrid'te çok şık görünümlü restaurantlar var. Bu kafe, tapas bar ve restaurant hizmeti veren El Modrono.. Yürüyüş turlarında uğranan bir mekan. Yemek yemedim ama meşhur vişne likörünü tattım. Bu arada 1725 den beri pandemi dönemi dahil ocağı hiç sönmeyen bir restauranttan söz etmemek haksızlık olur.Botin..Botin Guienss rekorlar kitabına dünyanın en eski restaurantı olarak girmiş. Dış görünüşü El Modorno kadar cezbedici olmadığı için fotografını çekmemişim. Diğer bir efsane mekan, tüm yazılarda -must see- grubunda olan tatlı servisi yapan 'Chocolateria San Gines. 'Orada 'Churros' yedim. Churros yağda çubuk şeklinde kızartılan bir hamur, yoğun sıcak çikolata ile servisi yapılıyor. Mekanın içi, özenli servisleri aklımda daha çok kaldı. Sakın churros yemedim diye üzülmeyin. Ayak üstü tatlı ihtiyacını karşıladığımız hatta pek de yüz vermediğimiz halka şeklinde şerbetlenmiş olarak satılan bizdeki tatlının şerbetsiz olarak servis edileni...
Plaza Mayor, Büyük Meydan... Üç katlı binalarla çevrelenmiş dokuz yerden girişi olan dikdörtgen şeklinde bir meydan...Fırın evi binası üzerinde freskler olan iki kuleli şık bir bina. 400 yıllık geçmişi olan meydan pazarlara, boğa güreşlerine hatta halka açık idamlara ev sahipliği yapmış. Bacadillo de calamares adı verilen sandviçlerin satıldığı dükkanların olduğu bir meydan... Kalamarı hiç sandviç olarak yemediğim gibi üç euroya bu kadar çok kalamarı da yememiştim...Burada 2024 yılı itibarı ile bir porsiyonu neredeyse 1000 lirayı bulmuşken...Puerto del Sol'a çok yakın şimdi turistlerin gözdesi...
Atlaya sıçraya yazarken Madrid'de en sevdiğim yerlerden biri "Rastro" adındaki bit pazarı idi. antikadan, giysiye, renkli seramiklere, ikinci el ürünlerine kadar çok çeşitli ürünlerin yer aldığı bu pazar gözde yerlerimden biri oldu.
Madrid müzeleri ile ünlü bir kent. Çok sayıda müze var ama gözde müzeler Prado ve Kraliçe Sofia Ulusal Sanat Müzesi. Ben Kraliça Sofia müzesine gittim. Bilindiği üzere Picasso'nun İspanya iç savaşını betimlediği "Guernica " bu müzede sergileniyor.
Guernica'da, acı çeken insanlar ve hayvanlar yıkılmış binalar arasında betimlenmiş.
Küçük bir vikipedia bilgisi ile devam edelim.
"Guernica, Pablo Picasso tarafından 1937'de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası'na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937'de İspanya'daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7,76 m eninde ve 3,49 m yüksekliğinde anıtsal tablodur. Saldırı sırasında 1600 kişi ölmüş, çok daha fazla sayıda kişi de yaralanmıştı."
İspanyol hükümeti Picasso'ya İspanya'yı temsilen bir duvar resmi sipariş etmiş. Saldırıdan çok etkilenen Picasso 15 gün içinde bu duvar resmini yapmış. Tablo zaman içinde, savaş karşıtı ve barış yanlısı düşüncelerin sembolü haline gelmiş.
Benim kendi öznel tarihimin içinde bu tabloyla karşı karşıya gelmek savaşın yarattığı trajedinin yeniden anımsatıcısı oldu. Aslında hepimiz bir film izler gibi günümüzde savaşlara tanıklık ediyoruz. Gerçeklikten yola çıkarak Picasso'nun kendi anlam dünyasında gerçekleştirdiği bu duvar resmi duygusunu hiç kaybetmeden bugünlere gelmiş. Belki savaşın kendisinden daha çarpıcı..
Tüm İber Yarımadası'nın yemeklerinden söz edersek her türlü deniz ürünü yarımada'nın mutfağında önemli bir yer kaplıyor. Kızartma çok kullanılan bir pişirme yöntemi...Et benim çok ilgi alanım değil ama Deniz'le birlikte gittiğimiz bir tapas barda dana yanağı yedim. Oldukça lezzetliydi. Dana kuyruğunun çok lezzetli olduğu söylendi. Ama tatmaya cesaret edemedim. Yarımada'nın vazgeçilmezi kurutulmuş domuz eti. Pastırma türevi etler..Ayrıca domuz sosi, sucuğu, jambon İiber mutfağının vazgeçilmezleri. Patates köftesi oldukça popüler. Boş ya da içine değişik şeyler koyup kızartarak servis ediyorlar. Bir de Portekiz'in en önemli yemeği bacalhau... Kurutulmuş morina balığından yapılan yemeklerin genel adı gibi..
Portekiz ve İspanya mutfağı çok farklıymış gibi gözükmedi bana...Bu nedenle bazı yediğim yemeklerden hazırladığım videoyu paylaşmak istiyorum.
Tüm İspanya'da sokak ve restaurant adları Arap kültürünün uzantısı olarak fayansların üzerine yazılmış ve fayanslar üzerine çeşitli resimler yapılmış.. Fayansların üzerine resimler yapılmış. Çok hoş olduğunu söylemeliyim.
Deniz'in evinin penceresinden çektiğim bir sokak adı.. Fayansın üzerinde kırsala ait yaşam biçimi betimlenmiş.
“An” dokunulmaz ve uçucudur! An, bu yüzden zamanın en önemli değer ölçütüdür. Fotoğrafın “altın ölçeğinde” ana dokunmak, yaşamın farkında olmakla eş anlamlıdır.