Bizler emeklilik sonrası Foça'yı mesken edinenlerdeniz. Her yerin birbirine çok yakın olduğu bu coğrafyada gezmek yerine Foça'yı yaşamayı tercih etmiştik üç yıl boyunca... Sürekli olarak Foça'nın ne kadar özel bir yer olduğunu birbirimize hatırlatarak yaklaşık üç yılı doldurduk Foça'da. Ve bir gün çantalarımızı alarak eylül ayının artık son yaz duygusu veren günlerinden birinde Foça'dan başlayıp kuzey egeye doğru sürecek yolculuğumuz için yollara düştük. Son durağın neresi olduğunu bilmeden. Hava raporunda belirtilen çok rüzgar olacağına ilişkin bilgi bizi azıcık tereddütte bıraktı ama. Kaygımızı, isteğimizi ve tayınlarımızı yanımıza alarak yolculuğumuza başladık. Yolumuzun üzerindeki ilk yerleşim yerleri olan Çandarlı ve Dikili'yi atlayarak Ören'e geldik. Çandarlı ve Dikili'yi atladık ah demeden!! Keşke atladığımız için ah diyebilseydik!
Ve Ören... Henüz özgünlüğünü kaybetmemiş, kocaman kumsalı ile insanı şaşırtan yapılaşmaya esir olmamış küçük bir yerleşim yeri. Antik olan kısmını görmedik ama oranın bir antik şehir olduğunu hatırlatan bir sürü levha vardı. Adramytteion! Tek anayasa mahkemesinin burada olduğu ve Arkaik dönemde Kentin hukuk merkezi olduğu söylenir.
Ören'de at kestanesi ile karıştrıp sonra meşe palamutu olduğunu öğrendiğimiz ağaçlar şehrin tarihine yakışır bir biçimde ayakta. Elbete ki Ören'in yeşil olmasının nedeni sadece meşe palamutları değil. Çeşitlilik gösteren bitki örtüsüyle de insanı kucaklayan bir yer Ören.... İnsan girmesi yasaktır demek geldi benim içimden..
Ülkenin bütününü tehdit eden bir sabotaj söz konusu gibi geliyor bana. Yıllar önce gittiğim yerlere bugün tekrar gittiğimde çok başka bişeye dönüştüklerini görüyorum. Ve çocukluğuma, gençliğime ihanet edildiğini düşünüyorum. Ören'e ilk defa gittiğim için yıllar önceki halinin nasıl olduğunu bilmiyorum ama buradaki yapılaşma henüz kabul edilebilir ölçüleri aşmamış gibi geldi bana..
Sırada Akçay vardı. Bin pınarlı İda dağlarının eteklerinde kurulmuş olan kasaba şehirleşmeden fazlaca nasibini almış gibi gözüktü. Türkiye'deki en kaliteli zeytinlerin yetiştirildiği bölgeye ait olan bu kasabanın en özgün yanı belki de çok sayıdaki zeytin ve zeytin yağı dükkanları.
Bu arada rehberlikleri bizim için çok önemli olan sevgili Nurdan (http://www.focafoca.com/ dan Ahçı Fok) ve Turgay'ı anmamak olmaz. Onların, kendilerine mesken ararken kuzey egenin değişik bölgelerinde yaşama şansları olmuştu.
Turgay ve Nurdan'ın rehberliğinde Akçay'dan sonra Güre Kaplıcaları adı verilen bölgede keşfe çıktık. Kaz Dağlarında ya da antik adıyla İda dağlarında...
Adatepe Taş mektebin önü
Çamlıbel köyü, Tahtakuşlar, Hasan Boğuldu, Sütüven Şelalesi, Pınarbaşı gibi ören yerleri gidilecek yerler listesinde en başta olanlar... Biz de her gezginini yapacağını yaparak bu yerlere yolumuzu düşürdük. Sıcak ve kurak yazın etkileri kolaylıkla alglanabilir noktadaydı. İda'nın her daim parlak olan zümrüt yeşili elbisesinin solmuş olduğunu, pınarların sesinin kesilmiş olduğunu gözledik. Ama bunun için bir tesellimiz vardı. Kurak yazın bir sonucu olduğunu düşünmek...!
Bir doğa ve tarih hazinesi olan Kaz dağları kötü bir paylaşım için de gündemdeydi. Doğa cenneti bir ülkeden, Kanada'dan gelen bir şirket bu yörede altın arayacağını duyurdu. Güzelim Kaz dağlarını kazmak, kelleştirmek ve zehirlerini bırakıp gitmek için eylem planlarını hazırlamışlardı.
Doğanın korunması adına büyük antlaşmaların altına imza atarak.. Bu konudaki duyarlılığı çok yüksek olan yöre insanını canı gönülden desteklediğimizi de belirtmek isterim. Bu anlamlı karşı çıkışa bu topraklarda yaşayan herkesin aynı duyarlılığı göstermesini dileyerek..
Sıra zeytin ve zeytin yağına gelince Nurda'ın heyecanı görülmeye değerdi. Zeytinyağı konusunda tat uzmanı olma yolunda olan Nurdan farklı zeytinyağların tadına baktı yolculuğumuz boyunca... Yaklaşık Ayvalık ile Küçük kuyu arasındaki bölgede yetişen zeytinlerin Türkiye'nin en yüksek kaliteli zeytinleri olduğu söylenir. Göz alabildiğine zeytinlikler... Zeytin yapraklarının soluk rengi zeytin ağacını öne çıkarmazken ağacın gövdesi bir taş üzerine yazılmış çivi yazısı gibi tarihe yaptığı tanıklığı anlatıyor gibidir her zaman! Bir çok çizere, yazara benim gördüğümden daha fazla şey söylemiştir. İki bin yıllık tarihi içinde de kutsanmıştır.
Bu geziye çıkmamızın nedenlerinden biri de bizim için önemli tat duraklarından olan zeytinyağının macerasına tanıklık etmekti. O küçük yuvarlaklardan mucizevi sarı sıvıya.. Bizim temel olarak sızma ve riviera olarak iki grupta kategorize ettiğimiz zeytinyağının arkasındaki hikayeyi öğrenmekte bu gezinin keyifli yanlarından biri oldu. Herkes kendi sızma yağının hikayesini anlatınca bu konuda ortaklık olmadığını anladım. Benim ilk sıkım yağ olarak tanımladığım sızma yağ için herkesin tarifi farklıydı. Ayrıca kalitesi düşük yağlara kostik ilave edilerek uzun bir kaynama sürecinden sonra elde edilen zeytinyağlı sabunun ortaya çıkışını izlemek hepimiz için keyif oldu. Bu arada ziyaret ettiğimiz üreticiler zeytinyağ kullanımının çok yaygın olmadığını belirttiler. Zeytinyağına çeşitli doğal ürünler katılarak elde edilen aromatik zeytinyağı ile onun kullanımını yaygınlaştırmaya çalıştıklarını söylediler. Mandalinli, kekikli zeytin yağı gibi.. Bir görgü, bir gelenek olarak evimizde yerini bulan zeytinyağının kullanımının düşük olmasının nedeninin pahalı olması gerçeği niçin akıllarına gelmiyordu ki!!!!!
Sırada Küçükkuyu vardı. Sahili gerçekten çok güzel olan bu kıyı kasabası, gezimiz süresince bizi mutlu eden yerlerden biri oldu. Hele deniz kenarındaki "Alp Balık Pişirme Evinde" yediğimiz hamsi ve istavrit kızartmanın hala tadı damağımızda. Hem bu kadar lezzetli hem bu kadar ucuz.
Bundan iyisi şamda kayısı!!! Bu arada Küçükkuyu'nun sahilinin de Küçükkuyu'da kurtarılmış bölge olduğunu söylemeliyim.
Küçükkuyu'dan gece dönmek üzere ayrıldık. Arabamızın tekeri ilk Adatepe köyüne doğru döndü. İstanbul'luların sahiplendiği köyün bir cennetcik olduğunu söyleyebilirim. Restorasyonu yapılmış pırıl pırıl taş evler ve bizi köy meydanında karşılayan yaşlı çınar bir fotograf karesi gibiydi.. Kışın yaklaşık 20 haneye düşen köyün yaz sezonu boyunca nüfusun bir kaç katına çıktığı bir yer olan Adatepe çeşitli kültürel etkinliklere de ev sahipliği yapıyor. Böylesi korunmuş yerleri görmek güzel bir yer görmenin ötesinde sevinç kaynağı oldu hepimizin için. Birçok yerin aksine günümüzdeki halinin eski halinden çok daha güzel olduğu bir yer Adatepe. Buna benzer duyguyu bir başka ege turunda Birgi için yaşamıştım.
Bu arada özel bir girişim olarak kurulan Küçükkuyu Zeytinyağ Fabrikasının oraya gidenler için iyi uğrak yeri olduğunu hatırlatmalıyım. Böylesi bir projeyi hayata geçirenleri de kutlamak isterim.
Bu tip gezilerde doğallığın estetik olduğunu düşünen insanlar için sığınacak çok az yerin kaldığını görmek gerçekten iç burkucu. Doğadaki vahşice, planlı yok edişe, küçük protestolarla varlığını sürdürmeyen çalışan karşı çıkışın, cılız bir ses olarak kaldığını görmek işin başka bir yanı. Atı alan Üsküdarı geçmiş!
Daha sonraki durağımız Assos ve Behramkaleydi. Günümüzde Behramkale veya Behramköy ismi ile tanınan Edremit Körfezi ile Lesbos Adası’nın (Midilli) karşısında, bir volkanın eteğinde, andezit kayalıkları üzerinde kurulmuş, Antik Çağların önemli yerleşim merkezlerinden biri. Aynı zamanda bir liman kenti olmasına karşılık deniz ile yerleşim alanı arasında 200m.lik seviye farkı bulunuyor. ilk defa gittiğim bu iki yer beni hemen kucakladı.
Behramkale, yokuş olan, paket taşlı sokakları ve oraya yakışan dükkanları ve tarihi dokusu ile ben de tekrar gidilmesi gereken bir yer olarak iz bıraktı. Athena tapınağı bütün güzelliği ile köyün doğal güzelliğine güzellik katıyor. Tanrılar tanrısı Zeus'un kızı olan Athena el işçiliğini ve el sanatlarını koruyan Tanrıça olarak bilinir. Mitolojiye göre kadınlara o dokumayı öğretmiş. Behramkale ve çevresindeki halı ve kilim dokumacılığı, gelişmesini de belki de Athenaya borçlu!! Köyün meydanındaki kahve, oradaki dokuya uygun taş masaları ve elbette muhteşem gün batımı ile anılarımızdaki yerini hemen aldı.
Şiir gibi Assos
Assos ise inanması güç olan nerdeyse el kadar olan meşe palamutlarını taşımak için kurulmuş bir limancık.. İki dizelik bir şiir gibi.. Hemen unutuverilecek ama kolaylıkla da hatırlanabilecek cinsten...
Dönüşe geçtikten sonra son uğrak yerimiz Ayvalık'tı. Ayvalık kültür zenginliğinin yanısıra doğayla tarihin içiçe geçmiş beraberliğinin yaşandığı eşşiz güzellikte bir yöre... Güneş batımı eşliğinde bir bardak çayımızı yudumladıktan sonra güzel anılar ve eve dönmenin keyfi ile yola koyulduk. Yeni bir gezinin planlarını yaparak...