Portekiz... Portekiz... Portekiz...
Belki de en çok sevdiğim ülkelerden biri.. İki yıl önce Lizbon'a üç günlüğüne gitmiştim. Döndükten sonra bir daha gidebilmeyi dilemiştim. 2024 yılının Kasım ayında bu dilek gerçekleşti. Lizbon ziyaretinin ardından Porto'ya da gitme şansım oldu.
Yazının adından anlaşıldığı gibi Portekiz adeta bir Güney Amerika ülkesi gibi...
Yaklaşık 300 yıl Brezilya Portekiz'in kolonisi olmuş. Portekiz'deki Latin kokusu iç içe geçmiş bu iki kültürden kaynaklanıyor olabilir. Bugün iki ülke arasındaki karşılıklı göçün çok olduğu belirtildi. Ayrıca Brezilyalı genç çocuklar Portekiz'i Avrupa'nın diğer ülkelerine geçiş için basamak olarak gördüklerini söylüyor. Genellikle Avrupa ülkeleri biraz mesafe kültürüdür. Bu İngiltere'de tavan yapmıştır. Nezaket ve soğukluğun bu kadar kol kola olduğu bir ülke yoktur sanırım. Portekizliler kolay ilişki kuran, kucaklaşmayı, paylaşmayı seven insanlar...Kibri olmayan bir ülke. Bizim için tanıdık bir kültür...
Böylesi bir fotoğrafı bir Avrupa ülkesinde görmek zor. Bankta oturan teyze hem çorap örüyor hem de ördüğü çorapları satmaya çalışıyordu. Çocukluğumun tuhafiye dükkanları neredeyse tarihe karıştı. Lizbon'da çok sayıda tuhafiye dükkanı gördüm. Hatta el örgüsü bebek giysileri satılıyordu. Küçücük dükkanlar, kokuları ile çocukluğumdaki tuhafiyecileri hatırlattı. Genellikle çalışanları yaşlı ve kravatlıydı. Belki de yok olmakta olan bir kültürün son kırıntılarıdır
Lizbon'u ikinci kez yine çok severek gezdim. Arap kültürünün uzantısı olan Azulejos adı verilen desenli fayanslarla kaplı binaları, duvar resimleri, yorucu olsa bile inişli çıkışlı sokakları, küçüklü büyüklü şehrin her yerine dağılmış kafeleri, rezervasyonsuz gittiğinizde yer bulmanın oldukça zor olduğu üç beş masalık restaurantları, mozaik gibi döşenmiş kaldırımları, mahalle aralarına konumlanmış tarihi asansörleri, eski tramvayları ve sıcak insanları olan Lizbon'da gezerken içimde hep bir sevinç vardı. "Bu kentte yaşamak nasıl olur" düşüncesi bile aklımdan geçti. Acaba içimdeki sevincin sürekliliğini sağlamak için olabilir mi?
Azulejo" adı verilen desenli fayanslarla kaplı Lizbon'un apartmanları...
Lizbon'da hiç olmadık zamanlarda böyle binalarla karşılaşmak mümkün.. Lizbon'da kaybolmak her zaman hoş sürprizlere açıktır demek fazla olmaz.
Kentin muhtelif yerlerine yapılmış duvar resimleri
Heykellerle bezenmiş çok sayıda şık meydan ziyaretçilerin uğrak yeri. Lizbon'da meydanların bazıları ve kaldırımlar mozaik gibi döşenmiş ve çeşitli desenler oluşturulmuş. Yağmurlu havalarda çok kaygan olduğunu söylemeliyim.
Lizbon'da gerçekten insanın ilgisini çekecek pek çok şey var. Bunlardan birisi de Dünya'nın en eski kitapçısının Lizbon'da olması. Bertrand Kitabevi (Livraria Bertrand) 1732 yılından beri faaliyette olan kitabevi Guiness Rekorlar Kitabına girmiş.
Portekizli ünlü şair Pessoa'da bu Kitabevi'nde vakit geçirirmiş.
Pessoa toplumla arasına mesafe koymayı tercih etmiş, ve kendini şöyle tanımlamış " Başkasını tanımlayamayacak kadar başkası olan biriyim." Kitabevine yakın bir kafede boş bir sandalye ve Pessoa'nın oturan heykeli var. Pessoa sandalyesini değiştirerek otururmuş. Belki de diğer iskemlede oturan içindeki başkasıdır. Muhabbeti kendindeki başkalarıyla sürdürmektedir. Yazarın yorumu...
Lizbon eski bir şehir. Tarihi binaları oldukça göz alıcı. Çok sayıda şık ve büyük meydanı var. En büyük meydanı da okyanus kıyısındaki Ticaret Meydanı..
Lizbon'un renkli evleri... Şık kaldırımları..
Portekiz'de 1755'de meydana gelen büyük deprem hem Portekiz hem Avrupa için bir kırılma noktası olmuş. "Azizler Günü'ne" denk gelen 1 Kasım'da 6 dakika süren bu deprem çok sayıda insanın ölümüne neden olmuş. Lizbon'un ise neredeyse tamamını yerle bir etmiş. Bir sürü kilise yıkılmış. O gün için kilise ve evlerde yakılan mumlar büyük yangınlara neden olmuş. Bugün Lizbon'un en eski mahallesi olan Alfama o tarihte genelevlerin olduğu mahalle imiş. Kayalıkların üzerinde konumlanmış bu mahalle depremden en az etkilenen yer olmuş. O mahallenin kayalıkların üzerine kurulduğunu hiç akla getirmeden çeşitli yorumlar yapılmış, bunun Allah'ın gazabı olduğu söylenerek din yeniden sorgulanmaya başlamış. Bu durum Avrupa'daki aydınlanma hareketini tetikleyen olaylardan biri olmuş. Portekiz için büyük bir felaket olan bu durum bence insanlık için faydalı bir sonuca neden olmuş. Bugün 1 Kasım, cadılar bayramı olarak seküler bir kutlamaya dönüşmüş.
Lizbon'da yaptığımız yürüyüş sırasında rehberimiz hafif tebessüm ederek bu hikayeyi anlattı. İnsanları bir safsataya inandırarak bir alay insan birilerinin peşinden maddi manevi desteğini vererek hiç sorgulamadan koşuyor. Koşanlarla koşturanların durumu farklı elbette. Şimdi bu ülkede tanıklık ettiğimiz gibi...
Portekiz coğrafi olarak Atlas Okyanusu ile çevrili ve tek komşusu İspanya.. Portekiz'in en uzun nehri olan Tagus (Tejo) Nehri'nin Lizbon yakınlarında Atlas Okyanus'a döküldüğünü yazıyor kaynaklar. Fakat ben neresinin nehir neresinin okyanus olduğunu çok anlayamadım.
Harita internetten alınmıştır.
Portekiz Atlas Okyanus'u kıyısına kurulmuş olduğu için Avrupa ve Afrika kıtasına yakın. Uzun yıllar Endülüs Emevilerin hakimiyeti altında kalmış. Daha sonra Hristiyan Portekiz Krallığı kurulmuş. Onların döneminde Portekizliler 15 ve 16. yüzyılda denizcilik konusunda çok ileri gitmişler. Yeni yerler keşfedip koloniler oluşturmuşlar, yeni ticaret yolları keşfetmişler. Portekiz'in o zaman ki zenginliğin nedeni de bu keşifler dönemi. Dünya tarihine geçmiş Vasco de Gama, Magelan gibi denizciler yetiştirmişler. Bugün Lizbon'da yer alan Belem Kulesi, denizciler için bir simge ve keşiflere uğurlama noktası olarak kullanılmış etkileyici bir kule.
Ben bu sefer Lizbon''un batısına geçmedim. Bu tarafta Belem Kulesi, Denizciler Anıtı ve keşifler döneminde yapılmış Jeronimos Manastırı var. Hedefim Alfama ve çevresini keşfetmekti. Alfama denizden biraz yükseğe kurulmuş, renkli sokakları, insanı soluksuz bırakan merdivenleri, fado müziği yapan lokanta ve kafeleri ile belki gerçek Portekiz kültürüne dokunabileceğimiz bir mahalle... Alfama'ya merkezden kolaylıkla yürünebiliyor.
Alfama'dan duvar resmi
Geçmişte balıkçı ailelerinin yaşadığı, Fado'nun çıkış yeri olan Alfama, bugün turistlerin uğrak yeri. Bir çeşit otel uygulaması olan AIRBNB tarafından teslim alınmış. Otel evlerin büyük bir çoğunluğunun illegal şekilde işletildiği söylendi.
Mahalle sakinlerinin büyük bir kısmının mahalleyi terk ettiği söylenenler arasında.. Hala turistik restaurant ve kafelerden denizden dönemeyenlerin ardından yakılan ağıtlardan kök salmış fado müziğinin insana hüzün veren nameleri kulağımıza ulaşıyor.
Alfama, kafelerinden domino taşlarının sesinin gelmediği, balkondan balkona sohbet eden kadınların neredeyse hiç kalmadığı turizm için feda edilmiş bir mahalle.
Benim için yine de çok cezbedici idi. İnişli çıkışlı daracık sokakları, duvar resimleri, üç beş kişilik kafeleri, merdivenleri, bakımsız evlerin balkonlarından sarkan çamaşırları, okyanus ya da nehir manzaralı seyir noktaları ile aklıma yer etti. Okuduğum yazılardan, kitaplardan, filmlerden aklıma gelenleri gördüklerime ekleyerek hayal etmek soluksuz kaldığım merdiven ve yokuş çıkışlarını katlanabilir hale getirdi.
Portekiz'de Vişne likörü bayağı popüler...Mutlaka tadılması gerekenlerin arasına girmiş. Alfama'da gece saatlerinde kadınlar ev yapımı likörlerini (Ginjinha) evlerinin önünde hala satışa çıkarıyor.
Alfama turistik olduğu kadar Lizbon'un en fakir mahallerinden biri de aynı zamanda...Hediyelik eşya dükkanları, kafe ve restaurantların yanı sıra evlerin çok bakımsız ve yıkık dökük olduğunu da kolaylıkla gözlemlemek mümkün.
Alfama'ya meşhur 28 numaralı tramvayla da gitmek mümkün. Onun son durağında Lizbon Katedrali var. Bu kilisenin girişi Lizbon'un en ikonik fotoğrafının çekildiği yer. Ben de her yerde yer alan bu fotoğrafın benzerini çekebilmek için 28 numaralı tramvayı bekledim.
Hem İspanya'da hem de Portekiz'de kentlerin turizme hizmet edecek şekilde yapılanmasına büyük bir tepki var. Yılın her döneminde turist alan bir yerde yaşamak gerçekten çok zor..
Alfama'da Hırsızlar Pazarı" Feira da Ladra" adı verilen bir pazar var. İlk gittiğimde
doyasıya vakit geçirememiştim. Bu sefer daha uzun süre vakit geçirdim, ve orayla ilgili küçük bir video yaptım.
Alfama mahallesinin hemen üzerinde "mirrador" adı verilen seyir noktaları var. Buralarda Lizbon'a tepeden bakarak biramı yudumlarken günün yorgunluğunu atıyordum. Buralarda geçirdiğim zaman günün en güzel saatleri desem yalan olmaz.
Aslında gezmek çok kolay değil. Akşamdan program yapmak, gitmek için birkaç yer belirlemek, nasıl gideceğini saptamak, akşam yemeği ile ilgili organizasyon yapmak önemli. Her gece ertesi gün için yapılan plan.. Gündüzler bu nedenle birazcık koşturma içinde geçiyor. Ama akşamların ilk saatleri bir gezgin için en en güzel saatler...Bu nedenle şehre tepeden bakan bu seyir noktaları benim vazgeçilmez mekanlarımdı. Bu arada seyahatlerimde uzun kalma isteğimin nedenlerinden biri de biraz daha serbest zaman yaratma isteğimden kaynaklanıyor. Amacım gittiğim her yeri gezmek görmek değil. Gittiğim bir kaç yerin tadını çıkararak gezmek hep planda olmasına rağmen keşfetme motivasyonu insanı sürekli dürtüyor. Bu da gündüzlerin biraz yorucu olmasına neden oluyor.
Mirrador dos Portas do Sol
Mirrador de Santa Luzia
Mirrador de Santa Luzia
Daha önce de kullandığım bir haritayı gene kullanmak istiyorum. Bu harita Lizbon'un mahallelerini gösteriyor.
Harita internetten alınmıştır.
Yazıda sözünü ettiğim her yeri bu harita üzerinde görmek mümkün. Bairro Alto yani Alto mahallesi Lizbon'un eğlence merkezi. Uçuk kaçık bir mahalle. Oradaki kafelerden birinin önünden geçerken çok sayıda sütyenin kafenin ön yüzüne ve içeride kafenin tavanına asılı olduğunu gördüm. Sonra bunun nedenini öğrendim. Oraya sütyenini bırakırsan küçük bir içkiyi hak ediyormuşsun.
sütyenini ver bedava içkiyi kap.
Sokak sanatçılarını her yerde görmek mümkün.
Renkli, sıcak, eğlenceli bir kent olan Lizbon anlatarak bitmez, yaşanır diyerek Lizbon'u burada bitireyim.
Lizbon'a yaklaşık dört saat mesafede olan Porto'dan söz edeyim. İki gün kaldım, yetmedi. Çok sevdim. Adeta bir masal kent..
Porto, Douro Nehri'nin kıyısına kurulmuş bir kent.. Bilindiği üzere şarabı ile ünlü. İki gün içinde çok farklı yerlerde şarap içme şansım oldu. Hepsi çok lezzetliydi. Portolular şarap kadehlerini bonkörce doldurdukları gibi oldukça ucuza satıyorlar.
Nehir kıyısında Riberia Meydanı'na gittiğimde gerçekten büyülendim. Renk ahenk evler, müzik yapan gençler, nehirdeki tekneler, karşı kıyıdaki renkli evler, nehrin üzerindeki köprüler, binaların üzerine düşen güneşin ışıltısı ile beraber gördüğüm şey gözlerimi kamaştırdı. Bana "burası ne kadar güzel" dedirtti.
Porto'daki Lello Kitapçısı çok şık bir kitapçı. Girişi ücretli. Eğer bir kitap alırsanız giriş ücreti kitabın fiatından düşürülüyor. Pessoa ve Saramago köşesi var.
Küçük Prens kitabının yazarı Antoine de Saint-Exupery'nin kaybettiği bileklik denizciler tarafından bulunmuş, karısına verilmiş. Karısı da bu kitapçıya armağan etmiş.
Porto, şapeller hariç 40 civarında kilisenin olduğu bir kent olduğu söylendi. Çok sayıda tarihi binası olan gerçekten ışıltılı bir kent. İnişli, çıkışlı sempatik dar sokakları benim nefesimi kesse bile kenti gezmekten vazgeçemedim. Azulejos adı verilen çinilerle kaplı kiliseler birden karşıma çıkan hoş sürprizlerdi benim için..
Sao Bento istasyonu ise şehir merkezinde, içi resimlenmiş fayanslarla kaplı yolcudan daha çok turist ağırlayan bir tren istasyonu. Fayansların üzerindeki resimler çoğunlukta kırsaldaki hayatı anlatan çizimler. Her gün böyle bir güzelliğin içinden geçerek trene binmek hoş olmalı.
Porto'nun Kalesinde geçmişte meydanlarda insanları asmak için kullandıkları bir direk "korkunun sembolü" olarak kalenin avlusuna Salazar tarafından konmuş. Dünyanın her tarafında faşistler korkutarak ayakta kalabilmişler.
Porto Kalesindeki Korkunun sembolü
Salazar ise Portekiz'i uzun yıllar( 1932-1968) yöneten diktatör. Bu dönemde basın özgürlüğü sınırlandırılmış. Muhalefetin üzerine baskılar artmış. Tam bir polis devleti anlayışıyla devlet yönetilmiş. Aynen Türkiye'de olduğu gibi..
1974'de Karanfil Devrimi adı verilen kansız devrimle ile ülke özgürlüklerine kavuşmuş ve sömürgecilik dönemi bitmiş. Tabii bu halkın ve askerin dayanışması ile gerçekleşmiş.
Porto'da iki gün kaldım. Dolayısı ile söyleyeceklerim Lizbon'a göre daha azdı. Bundan sonra yapılacak yeni Portekiz turunda giriş Porto'dan yapılmalı. Bir üçüncü tur niyetim var ki döner dönmez İspanyolcaya benzeyen Portekizceyi çalışmaya başladım. Daha Portekiz'de gezecek çok yer var. Lizbon sevgisini içimde tutarak bu Portekiz'e daha çok gidilir ya da gidilmeli...
“An” dokunulmaz ve uçucudur! An, bu yüzden zamanın en önemli değer ölçütüdür. Fotoğrafın “altın ölçeğinde” ana dokunmak, yaşamın farkında olmakla eş anlamlıdır.