Uzun bir aradan sonra tekrar seyahat etme imkanını yakalamış olmak benim için çok sevindirici. Şimdi sırada izlenimlerimi paylaşmak var. Ama önce değişen dünyanın gezi pratiklerden söz edecek yazarınız. Gezdim, gördüm demenin ötesinde iyi fotograflar çekmek, yeni insanları hayatıma sokmak ve de en önemlisi gittiğim yerin kültürüne, tarihine ilişkin bir şeyler öğrenmek beni her daim tazeler. Gezerek, görerek, okuyarak, araştırarak öğrenmek belki de seyahatin en hoş bölümü. En azından benim için...Döndükten sonra sinemasından, edebiyatına, mutfağına... ve bir çok alana dair derinlemesine olmasa bile araştırma yapmak seyahatimi daha anlamlı hale getirmek için bir çaba...
Hızlı tüketimin kurbanı olmamak. Bu yazıyı yazmak en az gitmek kadar bana keyif veriyor.
İlk durağım Barcelona ikinci durağım Lizbon'du.
Barcelona izlenimlerime geçmeden önce değişen yaşam biçiminden söz etmek istiyorum. Ben bir kasabalı olduğum için "kare kod" ya da "QR" kod ile en azından şimdiye dek pek bir ilgim olmamıştı. Ama gördüm ki bu kare kod hayatın her alanına girmiş ve ciddi bir kolaylaştırıcı bir unsur olmuş.
İki boyutlu bir barkod olan "kare kod"la ne yapmıyorsunuz ki... Para çek, para öde, menüyü gör...
Ben geçmişte yurtdışındaki bir bankadan para çekebildiğimde çok heyecanlanmıştım.
Şimdi ise kare kod her şeyin çözümü...Para ya da kredi kart taşımaya gerek yok. İş ki bir kare kodunuz olsun. Hoop kare kod...Tatlı cadının burnunu oynatması gibi...
Ama bunun için bir akıllı telefona ihtiyaç var. Elbette banka hesabınızın da biraz ele gelebilir olması gerekiyor.
Eskiden gezerken elimde tuğla gibi Lonely Planet kitabı ve açılınca adeta çarşaf gibi olan bir harita olurdu. Bu sefer giderken yanımda iki büyüteç götürdüm. Yaşım kemale erdiği için... Ama onun da çözümü bulunmuş. 25 GB lik interneti 10 Euro'ya satın aldım. Google'ın tüm haritaları emrimdeydi. Her şey iki parmağımın arasında. Google ya da başka navigasyon sistemlerine şükür ederek bir Barselonalı gibi geziyordum. Haritaları ve rehber kitapları taşıyanlar teknolojiyi kaçıran yaşlı çiftlerdi.
Bir başka gözlemim fotograf makinalarına ilişkin. Benim gibi boynunda fotograf makinası taşıyan insan parmakla sayılacak kadar azdı. Yüksek modelli akıllı telefonlarla çok kaliteli fotograflar çekiyorlardı. Aklım kalmadı desem yalan olur. Yükte hafiflik seyahatin olmazsa olmazı...Objektif, tripod, hep yanıma aldığım yedek giysi, şemsiye... derken sırtımdaki yükün ağırlığı altında ezildim.
Uzun süreli çekimler için kullanılan tripodlar yerini sarsıntıyı minimuma indiren ergonomik ve küçük başka aletlere bırakmış.
Bütün bu gözlemler benim için de yol gösterici olacak.
Hayatın kolaylaştığını ama bedelinin de bir o kadar yüksek olduğunu gördüm.
Evet öğlen saatleri gibi Barcelona'daydım. "Airbnb" benzeri bir uygulama olan "Homestay" uygulamasından bir oda ayarlamıştım. Kolaylıkla kalacağım yere ulaştım. Metro istasyonundan çıktığımda şöyle bir etrafıma bakındım. İspanyolca konuşan insanların dışında etrafta "farklı bir yerdeyim" duygusunu verecek hiçbir şey yoktu.
Eve yerleştim. Ev sahibim Mari beni çok güzel karşıladı. Bu da işin güzel yanıydı. İlk gün kendimi meşhur La Rambla'da buldum. Büyük bir cadde sağlı sollu büyük büyük markalara hizmet eden dükkanlar... İki üç gün önce La Rambla'ya gitmek için heyecanlanan ben, şimdi oradaydım, kısa süren bir hayal kırıklığı yaşadım.
Gitmeden dersimi çalıştığım için caddenin bir ucunun deniz diğer ucunun büyük bir meydana ( Katalunya Meydanı) açıldığını biliyordum. Caddenin bir tarafında Gotik Mahallesi(eski şehir/ Barrio Gothico) diğer tarafında El Raval denilen göçmen mahallesi konumlanmış. Kısa süre etrafıma bakındıktan sonra mimarinin güzelliğini yavaş yavaş fark etmeye başladım. Gotik mahallesine giriş yaptım.
Yeni bir yere gitmenin heyecanını ilk defa La Rambla'da değil ama Gotik mahallesinde yaşadım. 2000 yıllık bir tarihe tanıklık...Büyüleyici ve sürprizlere açık dar sokaklar, bu sokaklara saklanmış kafeler. Sokakların içinde kaybolmak ise burayı gezmenin en eğlenceli yanı...Dar sokakların açıldığı meydanlar......Bana sanki zaman tünelinden geçip başka bir çağa gelmişim duygusunu yaşattı. Burasının ortaçağ şehirlerinin bir modeli olduğunu okudum. Roma İmparatorluğu, Orta Çağ ve 20 yüzyılın mimarisinin bir kombinasyonu olduğu söylenmekte. Bence Barcelona'da en güzel vakit geçirilecek yerlerden biri..
Sokak sanatçıları, meydan kafeleri, neredeyse 100 yıllık, kokusu ve dokusu farklı küçük kafeleri, neşeli dükkanları ile benim içinde kaybolmak istediğim yerlerden biri oldu. Her gittiğimde yeni bir detay fark ettim. Sanki hiç bitmez tükenmez bir yer...
Barcelona, heyecan verici mimarisi, ızgara yöntemi ile yapılmış caddeleri ve sokakları, mükemmel şehir planlaması ve balkon bahçeleri ile göz doldurucu..
Gotik mahallesinde ilginç bir duvar var. "El Peto" "Öpücük Duvarı" Oranın puslu biraz karanlık atmosferi içinde "öpüşmekte olan iki dudak" duvar resmi olarak yapılmış. Hikayesi de ilginç. Bir sanatçının önderliğinde halktan "özgürce yaşamak" temalı kişisel fotoğraflar gönderilmesi istenmiş. Bu çağrıya 4000 adet fotograf gönderilmiş. Fotoğraflar seramik üzerine aktarılıp duvara yerleştirilerek öpüşen iki dudak resmedilmiş.
El Peto ( Katalanca) "El Beso" (İspanyolca) Öpücük Duvarı...
La Rambla caddesinin diğer yanı daha önce söylediğim gibi göçmen mahallesi olan El Raval. Mimarisi gotik mahallesininkinden çok farklı değil. "Helal yiyecek" içeren dükkanların çokluğundan orada yaşayanların çoğunluğunun müslüman olduğunu düşündüm. Bölgenin tehlikeli olduğu çok kişi tarafından söylendi. Ben keyifle gezdim. Bu çeşitlilik hoşuma gitti. Benim bir gözlemim kentin Pakistan'dan çok göç aldığına ilişkin. Gelişmiş bir Avrupa ülkesine üçüncü dünya ülkelerinden göçmen olarak gidiyorsanız potansiyel hırsız, yalancı, aldatan kişi olarak görülmek adeta bir kader...
El Raval'dan...
Göçmen mahallesi, El Raval...
Tanıdık...
Bu arada tek başına seyahat eden bir kadın için Barcelona çok rahat bir şehir. Ben gece geç saatlere kadar dışarıda kalarak çok rahatlıkla eve dönüyordum. Şiddete dayalı suç oranının düşük olduğu ama kalabalık dönemlerde hırsızlık olduğu söylendi.
Barcelona Özerk Katalan bölgesinin başkenti. Sokaklardaki bilgilendirme yazıları hep Katalanca. Ben kendimi ispanyolcaya hazırladığım için zaman zaman katalanca ve ispanyolcanın karışımı tuhaf telafuzumdan dolayı komik anlar yaşadığımı da söylemeliyim.
Barcelona ilk önce büyük bir şehir duygusu verdi bana. Sanırım insanı ürküten genişlikteki caddeleri, çok büyük meydanları nedeniyle böyle bir duygum oluştu. Ama şehirde yürüyerek dolaşmaya başladığımda gezilecek yerlerin birbirine pek de uzak olmadığını fark ettim.
Moda tabirle Barselona " turist dostu" bir şehir...Toplu ulaşımı kullanarak istediğiniz yere kısa sürede ulaşabilirsiniz. Yürümek de oldukça keyifli...
Gelelim kentin güzel mimarisine..
Kent mimari açıdan bir cennet. Gotik mimari tarzının egemen olduğu kentte gözümü binaların üzerinden almakta zorlandım. Sadece görülmesi gerekenler listesinde olan binalar değil mahalle aralarındaki binalar bile çok şıktı.
Bu mimari cennette bir çok mimarın imzası var. Bu mimarların başında Gaudi gelmekte. Onun muhteşem eserini La Sagra Familia'ya metro ile gittim. Metro istasyonunun merdivenlerini çıkarken devasa kilise karşıma çıkıverdi. Mahallenin ortasında, binaların arasında adeta çok sıradan bir yerdeydi. Sagra de Familia'nın karşısındaki apartmanların balkonlarında gördüğüm asılı çamaşırlar beni tebessüm ettirdi.
Sagra de Familia (kutsal aile) modern mimarinin öncülerinden sayılan Antoni Gaudi'nin 1883 yılında devraldığı fakat 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak ölmesi sonucu yarım kalan bir kilise. Halk arasında bitmeyen kilise olarak anılan bu büyülü yapının 2026 yılına kadar bitirilmesi hedeflenmiş. Yeni eklenen yapıların da kilise üzerinde emanet kaldığını söyleyebilirim.
Gaudi'nin Barcelona'ya armağan ettiği bir çok yapı ve bir park var. En popüler olanı herkesin bildiği Park Guell...
Gaudi çalışmalarına canlılık ve renk getirmek için mozaik kullanmış. Küçük kırık seramik parçalarıyla yüzeyleri kaplamış. Park Guell bu yöntemle yapılmış hayvan sembolleriyle dolu. Bu hayvanların kötü taklitleri de çeşitli boyutlarda hediyelik eşya dükkanlarının vazgeçilmezi..
Çılgın Mimar doğada düz çizgilerin olmadığına inanıyormuş. Park Guell boyunca hep kavisli çizgiler kullanmış. Meşhur yılankavi, ergonomik bank da kırık seramiklerden ve yağmurda su biriktirmeyecek şekilde yapılmış.
Doğayı yansıtan figürleri, canlı renkleri, pasta duygusu veren ev ve kuleleri ile Gaudi insanın içinin çocuk sevinciyle dolmasına neden olan bir park hediye etmiş bu güzel kente...
Barcelona'ya biraz yüksekten bakan konumda olan park aslında yapıldığı dönemin zenginlerine ev yapmak için ayrılmış bir arazi...Bitirilememiş ve daha sonra park haline getirilmiş. Yapıldığı dönemde şehre uzak bulunan Park Guell şimdi şehrin merkezinde ve ormanlık bir alan...
Guell Park
Guell Park
Turistlerden yer kalırsa orada yaşayanlar için uzun süre vakit geçirilebilecek bir yer...Kentlerin güzel yerlerinin turistlere teslim olması da bence başka bir sorun...Barcelona 'nın bu denli turistik olması, şehrin belli yerlerinin turistlerin ihtiyaçlarına göre şekillenmesi, orada yaşayan insanlar için - ekonomik girdinin dışında- çok cazip olmamalı.
Gaudi'nin harikalarından biri Casa Mila ya da la Pedrera
Casa Mila...Binanın ön yüzü dalgalı bir denizi resmedecek şekilde tasarlanmış ve balkon demirleri dalga efektini güçlendirmek amacıyla yapılmış.
Bir diğeri Casa Battlo...
Casa Batllo iskeletin ve iç organların yapısından etkilenerek tasarlanmış. Kemiklerin evi olarak anılmakta.
Casa Vicens
Bu iki ev hatta hispanik islam sanatından etkilenerek yapmış olduğu "Casa Vicens" neredeyse hepsi aynı cadde üzerinde. Bu caddenin adı Pg.de Gracia. Bu cadde de meşhur La Rambla'ya çok yakın.
Daha önce söz ettiğim Katalunya meydanı ile bu iki cadde birbirine bağlı. Caddenin sağında solunda adlarını çok iyi bildiğimiz devasa mağazalar var. Mağazaların büyüklüğü mağazalara girmekten vazgeçmem için yeterliydi. Hiçbirine girmedim ama yolum defalarca bu meydana ve sözünü ettiğim devasa büyük caddelere düştü. O caddeden sıkca gecen insanlar için Gaudi evleri çok sıradanlaşmış olmalı. Ayrıca yazarınız içinde bu geçerli.
Dünyanın her tarafında mağazaların büyük markalar tarafından ele geçirilmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir durum gibi geliyor. Gidilen ülkeye ilişkin -kötü hediye dükkanlarında satılan objelerin dışında- bir şeyler görmek neredeyse imkansız. Ama bu arada espadril ve ve düz bağcıklı süet botların vatanının ispanya olduğunu öğrendim. Hediyelik eşya satan dükkkanların yanısıra espadril ve bu botlardan satan dükkanlar vardı. Bu iki model benim gençliğimden beri favorilerimden. Bence onca satılan şeyin içinde bu ayakkabılar en özgün olanlardı. Bir de desenli seramik tabak ve benzeri şeylerin hakkını yemek istemem.
İspanya'nın bir şehrine gidip bir flamenko gösterisine gitmeden olmazdı. Bu da turistik bir tuzak.. En azından fiat açısından.. Yazarınız da bu turistik aktiviteye dahil oldu. Ben flamenkoyu doğduğu yerlerde, hayatın doğal akışı içinde izlemek isterdim. Bir yeri keşfetmek demek oraya defalarca gitmek olduğunu bilen biri olarak bu sefer turistik rotanın içinde kaldım. İşte gittiğim flamenko gecesinden tadımlık bir gösteri...
Aslında benim hep aradığım ispanyol kültürüne dokunmak. Bunun için bazı mahallelerin içinde gezmek istedim. Çünkü bir turist olarak görevimi yapmıştım.
Sırada gezgin kimliğimle keşfe çıkmak vardı ama ona da çok vaktimin kalmadığını söylemeliyim.
En azından çok sayıda kafenin olduğu kaldığım mahalleden bir kaç gözlem paylaşabilirim. Bazen ben de bu kafelere gidip vakit geçiriyordum. Sabahın erken saatlerinde gittiğimde iyi giyimli yaşlı karı ve kocaların birlikte sohbet ederek kahve içtiklerini gördüm. Sanki bu rutinlerinin parçasıydı. Yaşlı insanların eve kapanmadan yaşamlarını sürdürmeleri hayata bağlılığının bir ifadesi gibi geldi.
Barcelona'da her mahallede şenlikler düzenlenirmiş, mahalle sakinlerinin iyi ilişkiler kurmalarını sağlamak için yapılırmış. Bir cumartesi evden çıkıp metroya yürürken bir grup yaşlı dans ediyordu. Katalan dansıymış. Epeyi süre dans ettiler, güldüler kahvelerini içtiler ve dağıldılar. Önce tuhafıma gitti sonra çok hoşuma gitti.
Biraz da yemeklerinden söz edeyim. Barcelona belki tüm İspanya bir tapas cenneti...Tapas ne derseniz? Belki bizim mezelerimize ve kanape adı verilen aparatif yiyeceklere karşılık gelebilir. Çok sayıda yiyeceğin içinden seçerek bir kaç çeşitten oluşan bir tabak hazırlamak mümkün. Belki bu biraz da ucuza doymanın bir yolu.. Benim gittiğim tapascılar çok akılda kalıcı değildi.
Ayrıca Paella denen pilavları meşhur. İster deniz ürünü ister et ya da tavuk ya da hepsini koyarak yapılan bir pilav. Yokluğun olduğu dönemde pilavın içine dolapta ne varsa koyarak pilavı daha besleyici hale getirmek için yapılırmış diye bir efsane var.. En lezzetli paelları Barcelona'da değil ama Londra'da yediğimi itiraf etmeliyim.
Barcelona bir baget ve hamur cenneti...Tatlısı, tuzlusu derken kontrolü elden kaçırmak çok mümkün...Zira çok lezzetliler..
"Pastel De Nata" Vatanının Portekiz olduğu söyleniyor. Ben bu tatlıyla Barcelona'da tanıştım. Baklava hamuru gibi bir hamurun ortasına muhallebi konmuş. Hafif ılık servis ediliyor. Ben gördüğüm yerde hiç kaçırmadım. Rivayete göre tarifini bilen dünya üzerinde bir kaç kişiymiş.
"La Krema de Katalan" Katalan muhallebisi..Fırınlanmış gibi gözüküyordu. Çok lezzetliydi.
Barcelona'nın en popüler yerlerinden biri "Mercat de la Boqueria" Boqueria pazarı Barcelona'da 1826 dan beri hizmet veren çiçek pasajı benzeri bir yer. Meşhur La Rambla üzerinde. Sebze, meyve, et ve balık ürünlerine ulaşılabilecek bir yer...Yine turistik rotanın içinde...Yazarınız turist olarak burayı da ziyaret etti. Deniz ürünlerinin tadına baktı. Gözlemim deniz ürünlerinin Türkiye'den daha ucuza alınabileceğine ilişkin... Biz burada görsek bile elimizi yakan ürünler aslında orada çok da ulaşılamayacak ücretde değil...İşte oradan bir kaç resim..
Evet Barcelona görülesi bir yer. Turist rotasının dışına çıkıp hayata dahil olunası bir kent.. Ama bunun için daha çok zamana ihtiyaç var.
Güney Amerika'nın bazı ülkelerini görmüş biri olarak İspanyollar sömürdükleri yerlere kendi şehircilik anlayışlarını taşımışlar. Geniş caddeler, ızgara yönetemi ile yapılandırılmış sokaklar ve meydanlar...Buenos Aires'in kent anlayışının Barcelona'ya çok benzediğini söyleyebilirim. Meydan anladığım kadarıyla ispanyol şehircilik anlayışının olmazsa olmazı...Bu meydanlar sokak gösterileri, kafeleri ile Barcelona'da cazibe merkezi...Meydanları sadece şehrin merkezinde değil gezebildiğim mahalle aralarında da gördüm. Orada yaşayanların sosyalleşmesine hizmet ediyor olabilir. Foça'da kapı önlerinde sosyalleşen insanlar Barcelona'nın mahalle aralarındaki meydan kafelerinde sosyalleşiyor olabilir.
Barselona'da yaşamış ve orada bir müzesi olan Picasso'ya ve Miro'ya selam çakarak yazımı bitireyim. 9.Aralık. 2022 FOÇA
Çok açıklayıcı bir yazı olmuş Guzincigim ellerine sağlık.
“An” dokunulmaz ve uçucudur! An, bu yüzden zamanın en önemli değer ölçütüdür. Fotoğrafın “altın ölçeğinde” ana dokunmak, yaşamın farkında olmakla eş anlamlıdır.